6 Kasım 2013 Çarşamba

ÇİN SANATI

ÇİN SANATI 

Çinliler, Yang-şao ve Lung-mın boyalı çömlekçilik ürünlerinden de anlaşılacağı gibi, Cilalıtaş devrinden başlayarak, süsleme sanatına büyük bir beğeniyle eğilmişlerdir. Daha sonra, insanların tarlada çalışması azaldığı ölçüde, sanat etkinlikleri de çeşitlilik kazanmıştır. Çin sanatının özgün niteliği, geleneğe bağlılıktır (çok sonraları, çömlekçilik alanında yeniden ele alınacak olan tunçtan yapılma bazı arkaik biçimler, günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır); bununla birlikte, geleneğe bağlılık hiçbir zaman Çin sanatındaki yaratıcılığı olumsuz yönde etkilememiştir: Çinli sanatçı ve zanaatçı, her zaman yeni bir şey bulmayı bilmiş, sanatı günlük yaşamın en ince ayrıntılarına kadar yaygınlaştırmayı başarmıştır, öte yandan, Çin sanatının kendi içine kapanıp kaldığını düşünmek de yanlış olur; çünkü Çinliler, yabancıların katkılarını kendi kültür miraslarına katmayı bilmişlerdir. Üstelik, Çin sanatının en yaratıcı dönemleri, yabancılarla ilişkilerin arttığı dönemlerdir.

Çin'e özgü ilk sanat ürünleri, tunçtan yapılmışlardır (birbiri içine geçmiş çok karışık motiflerden oluşan süslemelerin, elde hiçbir kanıt olmamakla birlikte, bir ağaç işleme sanatından kaynaklandığı sanılmaktadır). Çin sanatının gelişmesinde tunç işlemeciliğinin özel önemi, yaratılmış olan biçimlerin sürekliliğinden ileri gelir. İ.Ö. VI. yy'dan Î.Ö. yaklaşık IV. yy'a kadar merkezden uzak prensliklerin gelişmesi, Çinlilerin göçebe halklarla bağlantı kurmalarına yol açmış, önce İskitler, ardından da Sarmatlar yoluyla, ülkeye İran etkisi (Akamanış İmparatorluğu) ve Orta Asya vahalarında gelişen "bozkır sanatı"nm (hayvan motiflerine ağırlık verici) etkisi sızmıştır. Çin'de tunç ve yeşimtaşı üstüne daha çok kartal başlı aslan, kaplan ve ejderha motifleri işlenmesiyle gelişen bu etkinin izleri, günlük eşyalardaki (aynalar, süs iğneleri) süslemeler yoluyla günümüze kadar gelmiştir. Batı dünyasıyla ilişkilerdeki yüzyıllarca süren kopukluk, göçebe halkların istilalarının neden olduğu kesintiler, Çin'in dışardan aldıklarını özümlemesini sağladı. Daha sonra, Han sülalesi döneminde, Çin' de bütünlüğün gerçekleştirilmesi ve İpek Yolu'nun açılmasıyla, daha uzun süren ikinci bir etkilenme dönemi başladı. O dönemdeki başlıca katkıyı, buddhacılık sağladı. Gandhara'daki buddhacı sanat okulunun etkisi, Wey dönemindeki (V. ve VI. yy.) Çin heykelciliğine değişik bir incelik kazandırdı; bu arada İran'dan da kumaş motifleri, çeşitli mücevhercilik örnekleri, vb. alındı. Tang'lar döneminde özellikle resim sanatı, batıdan gelen katkılarla zenginleşti. Hintli ustalar Pekin'de resim dersleri verdiler ve etkileri Çin resmine özgü "çizgilerin" doğmasında büyük rol oynadı.   

ÇİN SANATI VE YASAK ŞEHİR

YASAK ŞEHİR 

Geleneksel Çin burçlarından beşincisi olan ejderha, gerçek dünyada mevcut olmayan tek hayvandır. Çinlilerin gözünde ejderha, hayvanların hakimidir ve doğaüstü güçlere sahiptir. Çinliler kendilerini "Ejderhanın soyundan gelenler" olarak adlandırır. Çin tarihindeki nerdeyse bütün imparatorlar kendilerini "ejderhanın oğlu" olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla, ejderha imajının güç ve statü simgesi haline gelmesi doğal.   

Bugün Beijing'in tam ortasında yer alan Yasak Şehir Müzesi, bin yıllık tarihi ve kültürü bünyesinde barındıran bir saray kompleksi. 600 yıldan daha uzun bir geçmişi olan Yasak Şehir'de 24 "ejderha oğlu"nun acı ve sevinçle dolu hayat hikayeleri sergileniyor. Yasak Şehir, her köşesinde görülebilen ejderhalarla, ejderha kültürünün merkezi olarak kabul edilir.
    Ejderha kültürünü yakından tanımak için, Yasak Şehir'de gönüllü rehberlik yapan Gao Tongsheng'den bizi gezdirmesini rica ettik. Sözü ona bırakalım:
    "Yasak Şehir'de çok sayıda ejderha var, saymak mümkün değil. Konakların tepelerinde, saçaklarda, konakların önündeki basamaklarda bile ejderhalar var. Mesela, Yüce Uyum Konağı'nda bulunan imparatorun tahtına "ejderha tahtı", imparatorların giyindikleri kıyafete "ejderha kıyafeti", imparatorların yataklarına "ejderha yatağı denir. Hepsini saymak gerçekten çok zor."
    Her sabah, Yasak Kent'in kapıları açılır açılmaz, dünyanın dört bir yanından gelen turistler içeriye akın eder. Bazıları müzelerin içinde gezerken, bazıları da fotoğraf çektirir. Peki, bu büyük tarihi kalıntıların her bir parçasında saklı bulunan etkileyici hikayeleri kaç kişi sabırla dinleyebilir?
    Yasak Şehir'in en büyük kapısı olan Yüce Uyum Kapısı'ndan içeri girildikten sonra, Yüce Uyum Konağı'yla karşılaşılır. Uzaktan bakıldığında, mavi gök, sarı kiremitler, kırmızı duvarlar ve beyaz mermerden yapılma teraslar görkemli bir tablo oluşturur. Yasak Şehir'deki saray parçaları arasında statüsü en yüksek olan Yüce Uyum Konağı'nda, tabii ki çok sayıda ejderha deseni bulunuyor. Zor olmasına rağmen, Yüce Uyum Sarayı'ndaki ejderha sayısı dikkatli bir çalışma sonucu ortaya çıkarıldı: 13 bin 844.
    Altın tuğlalarla döşeli ve 10 bin adet ejderhayla süslenmiş Yüce Uyum Konağı'na görmek isteyen turistler, genellikle ilgilerini görkemli konağa yöneltirler.. Fakat basamakları tırmanmaya başlayan turistler, üç katlı terasların kenarında oyulan "ejderha başları"nı gözden kaçırabilirler. İlk bakışta, beyaz mermerden yapılan "ejderha başları" süslü eşyalardan biriymiş gibi görünür. Ama, süslü ejderhalar aslında pratik ve önemli bir su boşaltım sistemidir. Gao Tongsheng'dan dinleyelim:
"Yüce Uyum Konağı'nın önündeki üç katlı teraslara geldik. Burası en muhteşem olan, beyaz mermerlerle yığılan, 8 metre yüksekliği bulunan teraslardan oluşur. Teraslar, "bakış sütunu" denilen taş sütunla çevrilidir. Toplam 1400'den fazla sütun vardır. Her sütunun ayağında bir ejderha başı dışarıya doğru uzanır. Her ejderhanın ağzı açıktır. Bu ağızlar drenaj rolü oynar. Yani teraslara yağan yağmurlar ejderhaların ağızlarından boşaltılır. Dolayısıyla yağmurlu günlerde, teraslardan akan sular, yağmurun şiddetine göre, bazen beyaz bir kumaşı andırır, bazen şeffaf ve berrak buz saçağı oluşturur."
    Saray kompleksinin odağındaki üç konak olan Yüce Uyum Konağı, Merkezi Uyum Konağı ve Uyumu Koruma Konağı, üç katlı terasların üzerinde bulunmaktadır. Beyaz mermerden yapılma terasların yüzölçümü yaklaşık 2bin 500 metrekareyi bulur. Yağmur suyunun birikmesini önlemek için teraslarda su boşaltma sistemi inşa edilmiştir. Terasların kenarında toplam 1142 ejderha başı bulunur. Terasların ortası yüksek, kenarı düşüktür. Yağmurlu günlerde, teraslara düşen yağmur suları 1142 ejderhanın ağzından çıkarak, "bin ejderhanın su kustuğu" bir tablo oluşturur.
    "Ejder su kusması", hem bir mühendislik işi, hem de şiirsel bir olay... Yağmur yağarken, suyun beyaz bir kumaş şeklinde ejderhaların ağzından şırıl şırıl akarak sarı-kırmızı renkteki konakları nasıl çevrelediğini hayal etmeyi deneybilirsiniz... Görkemli bir manzarayla karşılaşacaksınız!
    Üç katlı terasa tırmandıktan sonra, Yüce Uyum Konağı karşımıza çıkar. Konaktaki 13 bin 844 ejderha göz kamaştırıcıdır. Yüce Uyum Konağı'nda ejder tahtında oturan imparatorların memurları huzuruna kabul ettiği sahneye sık sık televizyon dizilerinde ve Çin filmlerinde rastlanır. İmparatorların giydikleri güzel ve sarı kıyafet çok dikkat çekicidir. Ejderha kıyafetindeki desenlerin neler olduğunu biliyor musunuz?Ejderha elbisesi aslında imparatorun tören kıyafeti. Kıyafet üzerinde ejderha desenleri işlenmiştir. Çincede elbiseye "Long Gun" denir. Ejderha kıyafeti yalnız 
ejderha nakışıyla değil, düşündüğümüzden daha karışık desenler de içerir. Yani kıyafetin tasarımında "başrol" oynayan ejderhanın dışında, çeşitli roller daha vardır:

 "İmparatorun ejder kıyafetine dokuz ejderin işlenmiş olması lazım. Ondan sonra, 12 başka desen bulunur. 12 desen arasında güneş, ay, yıldız, dağ, alev, kuş, kaplan ve maymun yer alır."

    12 desenin tarihi bin yıl öncesine dayanır. Her desen, kendine özgü bir anlam taşır. Örneğin güneş, ay ve yıldız, imparatorların sonsuz nezaketini simgeler; dağ, kararlı bir karakteri temsil ederek imparatorun devleti yönetme yeteneğine sahip olduğunu yansıtır; farklı biçimlere dönüşebilen ejderha, gökte uçabilen, denizde yüzebilen doğaüstü güçleriyle, imparatorların gerçeğe dayalı bir biçimde devlet işlerini halledebilmesi anlamına gelir.
    "Ejderha kıyafetinde beyaz kaplan ve hanuman da vardır. Kaplan güçlü, hanuman ise zekidir. İkisi imparatorun birer yeteneğini temsil eder. 12 desen imparatorun sahip olması gereken ahlakı ve yeteneği ifade ediyor."
    Kim bilge imparator, kim akılsız ve rahatına düşkün bir imparator diye sık sık düşünüyoruz. Bilge imparator nasıl olmalıdır? Belki 12 deseni anladıktan sonra, cevabı kendiniz verebilirsiniz.
    Yasak Şehir'de ahşaptan, taştan, camdan veya iğne nakışından yapılma ejderhalar, değişik biçimlerde turistlere sergileniyor. Ama Yasak Şehir'deki ejder kültürünü anlamak için "ejder" kelimesini içeren beyitleri okumak da gerekli...
    Qing hanedanında tanınmış Qianglong imparatorunun yazdığı bir beyit, Merkezi Uyum Konağı'nda asıllı. Beyitte bir "ejderha" sözcüğü yer alır.
    "Bu beyit 'Ben güneş tanrısı gibi altı ejder arabasıyla gökte hiç ara vermeden gezmek isterim' demektedir. Yani imparator idari işlerde çok çalışkan olması gerektiğini kendinden sonraki imparatora öğretir. Bu ifadenin ilerisinde, 'beş tür mutluluk karşılığında vatandaşların desteğini almak isterim' beyiti vardır. Beş mutluluk, uzun ömür, zenginlik, sağlık, dürüstlük ve huzur içinde bir ölümü içerir."
    Yasak Şehir'de beyitler, devlet yönetimi, memurluk, efsanevi hikaye ve dilek sunma gibi konuları içeriyor. Yasak Şehir'deki her ejderha bir kapı olduğu gibi, arkasındaki sanat, tarih, felsefe ve Çin'e özgü yenilik gücü korurur. Hangi kapıyı aralarsanız aralayın, muhteşem bir manzara karşınıza çıkar.
    Belki Yasak Şehir'in en etkileyici yanı, ne büyüklü küçüklü saray kompleksi, ne de sayısız ejderhadır. İnsanlar, sarayın tek bir tuğlasına, bir kiremitine, hatta bir ağacına sızan yüzlerce yıllık geleneksel kültürden etkilenir. Sadece bir taht veya bir beyit, tarihimizi anlatır veya geleceğimize dair mesajlar verir.

22 Ekim 2013 Salı

ZİGGURATLAR
Ziggurat, (Akatça ziqqurrat, zaqā "yükselmiş yere kurmak") eski Mezopotamya vadisinde ve İran'da terası bulunan piramitlere benzeyen tapınakkulesidir.
Zigguratlar eski Mezopotamya'da SümerlerdeBabillerde ve Asurlarda bir çeşit tapınaktır. En eski ziggurat örnekleri basit yükselti platformları ikenUbaid döneminde, MÖ 4000'li yıllara aitti. En sonuncusu da MÖ 6. yüzyıldadır. Piramitlerin aksine zigguratların üstü düzdür. Basamaklı piramit tarzı ilk krallık dönemleri sonunda olmuştur. Dikdörtgen, oval ya da kare platformlar üzerinde kurulan zigguratların pramitsel tasarımı mevcuttu.Güneşte ısıtılmış tuğlalar zigguratların dışındaki görüntüsünü yaratmıştır. Bu tuğlalar genelde astrolojik anlamlarından dolayı değişik renklere sahipti. Kat sayısı 2 ila 7 arasındaydı ve tepesinde ya bir tapınak ya da türbe bulunurdu. Türbeye ulaşmak için bir tarafında rampalar yapılır ve bu rampa en aşağısından en yükseğine kadar uzanırdı. Tanınmış örnekleri arasında Horsabad'da bulunan Büyük Ur Zigguradı bulunur.
Mezopotamya zigguratları sadece halkın ibadet ettiği ya da seremoni yaptığı yerler değildi. Bu yerlerde tanrıların bulunduğuna inanılırdı. Zigguratlar sayesinde tanrıların insanlara yakın olduğuna inanılırdı. Her şehirin kendi tanrısı mevcuttu. Sadece rahipler zigguratın içerisindeki odalara girebilirdi ve onların sorumluluğu altında tanrıların gereksinimleri karşılanırdı. Bu vesile ile, zigguratların içerisinde tanrılarla yüzyüze karşılaştıklarını ve diyalog kurabildiklerini iddia eden rahipler böylece Sümer halkının en güçlü üyelerinden olmuştur.
Bilinen 32 ziggurat vardır. Bunlardan 4'ü İran'da, gerisi Irak'tadır. En son keşfedilen ziggurat İran'ın merkezi Sialk'da bulunmuştur.
Günümüzde eski halini en iyi koruyan zigguratlardan biri de İran'ın batısında Koka Zanbil'dedir; İran-Irak Savaşında birçok arkeolojik yer yokolsa da burası ayakta kalmıştır. Sialk ise günümüzde mevcut olan en eski ziggurat olduğu tahmin edilmektedir ve MÖ3000lü yıllardan kalmaktadır. Ziggurat tasarımları basit bir tepe üzerine oturulmuş mimariden, matematiği ve inşaatın mucizesine kadar ulaşabilen birçok çeşittedir.
Basit bir ziggurata örnek, Sümerler döneminden kalan Uruk'daki Beyaz Tapınak'dır. Ziggurat kendiliğinden Beyaz Tapınağın bulunduğu yerdir. Amacı da ne kadar gökyüzüne yakın olursa, tanrılara ulaşımın o kadar kolay olduğuna inanılırdı.
Bilinen en büyük ziggurat ise, Babil'den kalma Marduk zigguratıdır (ya da Etemenanki). Ne yazık ki, bu tapınağın tabanından bile kalıntısı fazla kalmamıştır, ancak arkeolojik araştırmalar ve tarihsel kayıtlar sayesinde bu zigguratın renkli 7 katlı, ve tepesinde de dev bir tapınaığın bulunduğu gösterir. Tapınağının renginin indigo (mora yakın) olduğu düşünülmekte, ve en üst katlarda da bu renk kullanılmaktadır. Tapınağın üstüne giden 3 merdivenin bulunduğu bilinir, ve bunlardan ikisi zigguratın yarısına kadar ulaşır.
Bu zigguratın diğer ismi Etemenanki, Sümerce de "Cennet ve Dünya'nın kuruluşu" amnasına gelir. Hammurabi tarafından inşa edildiğine inanılır, ve bu zigguratın içinde bulunanlar bundan daha önce bulunan zigguratlarda da bulunur. En üst katı 15 metre uzunluğunda tuğla gelişimiyle Kral Nebukatnezar tarafından yapılmıştır.



MISIR SANATI


Mısır Sanatı
Mısır, Afrika’nın kuzeydoğusunda yer alan oldukça eski bir uygarlık merkezidir. Mısır’da tarih öncesi dönemden başlayarak bütün tarih devirlerinde önemli uygarlıklar yaşamıştır. Mısır, Afrika anakarasında olmasına karşın, Mısır uygarlığı Akdeniz ve Ön Asya kültürünün bir parçasıdır.
MÖ 3000 yıllarında ortaya çıkan Mısır uygarlığının kültürünü ve geleneksel yaşamını belirleyen ve sürdüren temel etkenler; Nil Irmağı’nın çevresindeki yeşil alanlar, güneş ve çöllerdir.
Nil’in sakin akan ve belirli aralıklarla taşan bol suyu, üretimi ve verimliliği sağlamış; çöl zor koşullarda yaşayan insanları Nil çevresine yöneltmiş, buradaki nüfus yoğunluğu ve sık yerleşim ise sosyal, kültürel, ekonomik ve etnik bütünlüğü sağlamakta başlıca etken olmuştur. Ayrıca çöl, sıcak ve kuru havası ile kültür yapıtlarını korumuştur.
Mısır sanatının temellerini kült oluşturmaktadır. Bu nedenle sanatın her dalında din ve inanışların etkisi görülmektedir.
Mısırlılar, insanların öldükten sonra da dünyadakine benzer bir yaşam süreceklerine inanıyorlardı. Bu nedenle bedenin her türlü bozucu etkiden korunması gerekliydi. Vücut korunur ve sağlam olarak kalırsa öbür dünyada da yaşamını sürdürebilirdi. İşte bu amaçla ölü bedeninin mumyalanması gerekirdi. Bu yüzden mumyacılık, Mısır’da çok gelişen bir sanat dalı olmuştur.
Mısır’ın kendine özgü, hiyeroglif adı verilen resim yazısı vardır. Bu tür yazıda anlatılmak istenen olaylar, her biri farklı anlama gelen resimlerle sağlanır.

Mısır sanatı, Mısır tarihi ile başlamış ve çeşitli gelişmelerle sürmüştür. Mısır sanatında daha çok mimarlığa önem verilmiş, resim ve heykel sanatı ise mimari yapıtların tamamlayıcısı olmuştur.
Mısır tarihi dört döneme ayrılır. Bölgenin sanatı da buna paralel olarak her dönemde farklı özellikler gösterir.
b. Mısır Mimarisi (Tapınak, Mezar, Saray)
Mısır sanatının düşünsel temeli, tanrıların onurlandırılmasına dayanır. Buna tanrılaştırılmış ölü krallar da dahildir. Tanrılar ve krallar için yapılan anıtsal mezarlar, saraylar ve tapınaklar alabildiğine süslü; heykeller, resimler ve rölyeflerle bezeli yapılardır.
Mezarlar, Eski İmparatorluk Döneminde ölüler için yapılan ilk yapılar olmuştur. Bu yapıların en tipik örnekleri özel bir mezar tipi olan mastabalardır.
Mastaba, üstü yatay olarak kesilmiş piramit biçiminde toprak altı mezar yapısıdır. Taş ve tuğla kullanılarak yapılan mastabalar, zamanla değişerek yerini piramitlere bırakmıştır.
Eski İmparatorluk Döneminin en gözde yapıları olan piramitler, firavunlar ve yakın akrabaları için yapılmış anıt mezarlardır. Piramitlerin kökenini mastabalar oluşturur.
Piramitler, önceleri basamaklı yapılmıştır. Bunlar üst üste oturtulmuş taraçalardan oluşmuştur. Basamaklı piramitlerin en tanınmışı Eski İmparatorluk Döneminde yapılan Sakka-ra’daki Coser (Zoser) Piramidi’dir.
Piramitler daha sonra düz olarak yapılmaya başlanmıştır. Eski İmparatorluk Döneminde yapılan bu piramitlerin en tanınmışları Kahire yakınlarındaki Gize’de bulunan Keops, Kefren ve Mikerinos piramitleridir.
Piramitlerin içlerinde çeşitli koridorlar ve koridorlardan birinin sonunda da kralın taş lah-dinin bulunduğu bir mezar odası vardır.
Lahit; taş, kil, ağaç, bronz gibi maddelerden yapılan, içine ölülerin konduğu sandukadır.
Taştan yapılan piramitlerin en önemli özelliği; taşların arasında, birbirine tutturucu herhangi bir yapıştırıcı malzeme kullanılmamasıdır. Piramitlerin üzeri, uzun ömürlü olmaları için kireç taşından yapılan levhalarla kaplanmıştır.
Kefren Piramidi’nin yanında büyük bir sfenks anıtı yer alır. Sfenks Anıtı, bulunduğu yerdeki bir kayaya yontularak yapılmıştır. Sanatçı burada kral Kefren’in başını aslan vücudu ile birleştirerek bir sanat yapıtı oluşturmuştur.
Çok tanrılı inancın anıtlaştırdığı Mısır tapınakları, Eski Mısır’ın kültürünü, sanatını, tarihini her yönüyle yansıtmakta ve günümüze kadar taşımaktadır.
Önceleri çoğunlukla Nil kıyılarında görülmeye başlayan alçak duvarlı, küçük tapınaklar; devletin büyümesi ve güçlenmesiyle birlikte boyut, malzeme ve estetik bakımından olağanüstü gelişmeler gösterdiler. Kesme taşlardan yüksek beden duvarları, avluları, dev kolonlar üzerinde yükselen büyük kapalı mekânları ve heykelleri ile giderek bir yapılar topluluğuna dönüştüler.
Kolon, betonarme veya çelikten yapılmış düşey, taşıyıcı ögedir.
Avlu, binaların önünde, arkasında veya ortasında yer alan etrafı kapalı, üstü açık bölümdür.
Mısır tapınakları, tanrılar ve krallar adına yapılırdı.
Mısır tapınaklarında bulunan ana bölümler şunlardır:
Pilon, anıtsal giriş demektir. Pilonlar, konik şeklinde yapılmış yüksek yüzeyleri ile tapınak önünde yer alır. Ortasında bulunan ahşap ve değerli madenlerle süslenmiş giriş kapısının iki yanında heykeller, obe-liks (dikilitaş)ler ve bayrak direkleri bulunur. Pilon önlerinde genellikle taş plakalarla döşeli bir giriş yolu ve yolun iki yanında da sfenks ya da aslan heykelleri vardır.
Obeliks, bir kişi veya olayı anımsatmak amacıyla dikilmiş kare, daire veya dikdörtgen Büyük ön avlu, pilondan sonra gelir. Üstü açık, çevresi yüksek duvarlar ve sütunlarla çevrili büyük avludur. Halk tören günlerinde bu avluda toplanırdı.
Hipostil salon, büyük avluya bitişik, yüksek ve sık sütunların taşıdığı, yeterince ışık ve hava alabilen, bir çatı ile örtülü kapalı büyük mekânlardır.
Sütun, kare, çokgen ya da daire kesitli taştan ya da mermerden yapılmış taşıyıcı bir ögedir.
Kutsal bölümler ve yapılar, tanrılara ait olan oda ve yapılardır. Hipostil salondan sonra gelen bu bölümlere yalnızca rahip, firavun, kraliçe ve soylular girebiliyordu.
Tapınaklarda tanrı heykellerinin önünde her gün ayinler ve dinsel törenler yapılır, bu törenleri kral veya baş rahip yönetirdi.
Mısır’da yapılan bu tapınakların en tanınmışları Luksor ve Karnak şehirlerinde yapılan Amon tapınaklarıdır.
Mısır’da kayalara oyularak yapılan tapınaklar da vardır.
Kaya tapınaklarına örnek olarak II. Ramses ve karısı kraliçe Nefertiti’ye ait Abu Simbel Kaya Tapınağı ile Deyrül Bahri’deki Kraliçe Haçepsut Tapınağı  verilebilir.
Mısır’da saraylar genelde kent merkezlerinin dışında, tapınaklara yakın olarak yapılırdı. Bu saraylar, birçok yapının bir araya gelmesinden oluşurdu. Bir sarayın içinde kral ve kral ailesinin konutları, saray görevlilerinin evleri, mutfak ve depo bulunurdu.
Büyük hipostil salonların bulunduğu bu saraylarda sütunlar, payeler ve tavan ahşaptı. Duvarlar tuğladan yapılmış, taş yalnızca kapıların eşiklerinde kullanılmıştı.
Mısır sarayları, piramitler ve tapınaklar kadar dayanıklı malzemeden yapılmadığından günümüze dek çok az örnek gelmiştir. Amarna’da Amenofis Sarayı kalıntıları bu saraylara örnektir.
c. Mısır Heykel ve Resim Sanatı
Mısır’da heykel ve resim sanatı mimariye bağlı olarak gelişmiştir. Çeşitli tapınakları, piramitleri, kaya mezarlarını süsleyen Mısır heykel ve resim sanatının örnekleri, Mısır’da binlerce yıl önce nasıl ya-şanıldığına dair bilgi edinmemizi sağlayan eski çağlara ait en büyük arşiv ve belgeleri oluşturur.
Heykel Sanatı
Elverişli taş ocaklarına sahip Mısırlılar heykel yapımına önem vermişlerdir.
Büyük boyutlu heykeller taştan, küçük boyutlu heykeller ise ahşap, kireç, taş, fil dişi, kemik ve maden gibi malzemelerle yapılmıştır.
Mısır’ın değişik yerlerinde yapılan kazı çalışmaları sonucunda tanrıların, firavunların, yüksek dereceli devlet memurlarının, sfenkslerin ve çeşitli hayvanların heykelleri bulunmuştur.
Mısır’da Eski Krallık ve Orta Krallık dönemlerinde daha çok firavunların ve yüksek dereceli devlet memurlarının heykelleri yapılmıştır. Yeni Krallık Döneminde ise heykel yapımında realist (gerçekçi) sayılabilecek etkiler ortaya çıkmış, firavunların yanı sıra sıradan insanların da heykelleri yapılmaya başlanmıştır.
Mısır’da heykel yapımında belirli kurallar vardı. Heykeller, genellikle bir kaide üzerinde, ayakta durur ya da oturur hâlde yapılırlardı.
Ayakta duran heykellerde, heykel dik durmakta ve karşıya bakmaktadır. Kollar vücuda yapışık, eller sıkılmış gibidir. Genellikle sol ayak bir adım öne atılmıştır. Vücudun ağırlığı, iki bacağa eşit olarak dağıtılmıştır. Heykellerin alınlarının ortasından geçtiği sanılan dikey bir çizgi, onları şekil ve görünüş bakımından iki eşit kısma böler. Sanat tarihinde bu duruşa frontal duruş denir.
Frontal duruşta figürler dik ve ön cepheden gösterilmiştir. Vücut kısımları simetrik yani birbirine eşittir.
Oturan heykellerde, figür oturduğu blokla kaynaşmış gibidir. Ağırlık yine eşit paylaştırılmıştır. Baş dimdik durmakta ve öne bakmaktadır. Frontal duruş sürmektedir.
Bağdaş kurup oturan, yere yatan ve hamur açan insan heykelleri ayakta duran heykel tiplerinden daha canlı ve daha hareketlidir.
Mısır’da büst sanatı da oldukça gelişmişti. Bunun da nedeni Mısırlıların dinsel inanışlarıdır. Çünkü, Mısır’da inanış gereği ölen bir insanın heykeli yapılır ve bu heykel cesetle birlikte mezara konulurdu. Ancak ölünün ruhuna bir sığınak olacağı düşünülen bu heykelin sahibine benzemesi gerekliydi. Bu nedenle Mısır’da erken dönemlerden başlayarak bir portre sanatı ortaya çıktı.
Büst, heykel sanatında baş, göğüs, kimi zaman da omuzları içine alan heykel türüdür. Bu tür eserlere baş heykeli de denir.
MS 3. yüzyılda Hristiyanlık inancının yayılması ile birlikte Mısır heykelciliği ortadan kalkmıştır.
Resim Sanatı
Mısır resim sanatı da oldukça gelişmiştir. Mısırlı sanatçılar mezarların, tapınakların, sarayların ve diğer mimari yapıların duvarlarını süslemek amacıyla resim (fresko)ler yapmışlardır.
Fresko, kireçli su içerisine toz boyalar karıştırılarak yaş sıva üzerine yapılan duvar resimlerine verilen addır.
Karanlık ve derin dehlizlerde çalışan duvar ressamlarının çok zor koşullarda başarılı resimler yaptıkları, çeşitli örnekler görülünce daha iyi anlaşılabilmektedir.
Mısır resim sanatının gelişmesinde de dinsel inanışların etkisi büyük olmuştur. Resimleri yapmaktaki amaç, bu resimlerin ölen kişiye öteki dünyada yardımcı olmasını sağlamaktı.
Resimlerde cenaze törenleri, dinsel törenler, tarlada çalışanlar, firavunlara armağan sunanlar ve değişik güncel konular işlenmiştir.
Mısır resminde renk oldukça önemlidir. Resimlerde parlak ve canlı renkler kullanılmıştır. Sarı ve kahverengi, doğal topraktan; beyaz, kireçten; mavi ve yeşil, cam hamurundan elde edilirdi. Siyah ise yağlı karadan çıkarılırdı. Resimleri yapmak için fırça olarak ucundan püsküller çıkana kadar çiğnenmiş kamışlar kullanılırdı.
Mısır resminde de heykelde olduğu gibi bazı kurallar vardır. Örneğin, kadın gövdesi her zaman açık sarı ve pembe, erkek gövdesi ise kırmızı veya kahverengi olurdu. Fon her zaman beyazdı. Gövde çeşitli bakış açılarından çizilmiş gibiydi. Ön kısmı, omuzlardan kalçaya kadar karşıdan, bacaklar ise yine profildendi.
Mısırlılar tapınakların ve mezar anıtlarının duvarlarını, sütunların ve payelerin gövdelerini kabartmalarla süslemişlerdir.
Kabartmalarda konu olarak tanrılar, firavunlar, günlük yaşamla ilgili konular, kuşlar, çiçekler vb. işlenmiştir.
Kabartmalarda tanrı ve kral figürleri diğer figürlerden daha büyük ölçülerde yapılmıştır. Resimde olduğu gibi baş, göğüs, karın, kol, bacak ve ayaklar profilden, gözler ve omuzlar cepheden gösterilmiştir. Kabartmalarda figürler, friz (hafif çıkıntılı şerit)lerle birbirinden ayrılmıştır.